Tripolis tarihinde birçok kez meydana gelen yıkıcı depremler; burada yaşayan toplumun kimi zaman imparatorluk yönetiminin desteğiyle ama çoğu zaman da kendi öz kaynakları ve organize toplum yapısıyla hızla kurtularak yaşamlarına devam ettiklerini gösteriyor.
Prof. Dr. Bahadır Duman
Pamukkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü.
Tripolis Ad Maeandrum
Denizli’nin Buldan İlçesi sınırları içinde yer alan Tripolis, antik dönemde Lidya, Frigya ve Karya bölgelerinin kesişim noktasında önemli ticari yolların geçiş güzergahında konumlanmıştı. Yaklaşık 2 kilometrekarelik bir alana yayılan kenti, Çürüksu Vadisi’nin kuzeybatı ucunda, vadiye hâkim Aydın dağlarının uzantısı olan bir tepenin güney yamacında yer alır.
Antik coğrafyanın en önemli nehirlerinden birisi olan Büyük Menderes’in beslediği sulak araziler, ılıman iklim ve korunaklı yaşam alanları nedeniyle Çürüksu Vadisi’nde toplu yaşam, yaklaşık yedi bin yıl öncesine dayanır. Tripolis’in doğu ve güneydoğusunda yer alan Hamambükü ve Yenice Höyük’te elde edilen arkeolojik materyal bunun en önemli kanıtıdır. Bu tarihten itibaren insanlığın sürekli yerleşim alanlarından birisi olan Denizli civarındaki kentleşme süreciyse yine günümüzden yaklaşık iki bin beş yüz yıl öncesine dayanır. İrili ufaklı 10 antik kent, Çürüksu Vadisi’nin her iki yakasında konumlanmıştır. Bu kentlerin bir kısmında arkeolojik çalışmalar devam ederken, bir kısmında ise henüz bir çalışma başlamadı.
‘Tufandan bu yana ele geçirilemeyen’ yeri yıkan deprem
Kazı çalışmaları yapılan kentlerde en dikkat çekici unsur; bu kentlerin ortak bir deprem geçmişine sahip olduklarıdır. Jeomorfolojik yapısı nedeniyle Richter ölçeğine göre 6-7 şiddetinde deprem üretebilecek kapasiteye sahip hareketli jeolojik yapı, geçmişte bölgenin metropol niteliğindeki kentleri olan Hierapolis, Laodikya ve Tripolis’te, defalarca büyük tahribata yol açtı. Bu yıkıcı depremlerin belki de en dramatiği İmparator Justinianus Dönemi’nde, M.S. 494’de gerçekleşti. Marcellinus Comes tarafından kaleme alınan kronografide bu depremle ilgili olarak; ”Laodikeia, Hierapolis ve Tripolis tek bir depremle aynı anda yıkılmıştır” ifadesi kullanılır. M.S. 13.yüzyılda yaşayan tarihçi Pachmeres’e göre ”Tufandan beri ele geçirilemeyen bu güçlü yer” yani Tripolis, büyük bir depremle yerle bir olmuştur. Ancak her şeyin bitişi gibi görünen bu deprem, yüzyıllar önce başlayan deprem silsilesinin sonuncusu olmakla kalmaz.
Tripolis Antik Kenti Havadan Görünüm
Bir kent ya da yerleşim alanındaki deprem, tarihi kaynakların verdiği bilgiler, kazı, çalışmalarında tespit edilen kitlesel yıkıntılar ve en kesin olarak da yazıtlarla tespit edilebilir. İşte Tripolis’te bu üç etkene dair önemli buluntular, Çürüksu Vadisi’nin tozlu arkeoloji kütüphanesinde saklı kalmış bilgiler, 2012 yılından itibaren kimi zaman kazı, kimi zaman yüzey araştırması, kimi zaman da gelişmiş teknolojik aletler sayesinde yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.
Dahası şehir dokusu içerisinde depremden etkilenen geniş alanlar ve yıkımın ardından tekrar harekete geçen inşa faaliyetleri zaman dizim anlamında önemli tespitler yapılabilmesine olanak sağladı. Böylece kentin ana caddelerinden, ara sokaklarına, anıtsal nitelikteki çeşme ve agoradan sivil mimariye kadar birçok mekânda depremlerin izlerini takip edebiliyoruz.
Antik kaynaklarda, Tripolis’in komşu kentleri Hierapolis, Laodikya ve Kolossai’nin Roma İmparatoru Nero Claudius Drusus Germanicus Caesar Dönemi’nde meydana gelen büyük bir depremle yıkıldığı yazar. Romalı Tarihçi Tacitus, Çürüksu Ovası’nın birçok kentini etkileyen bu depremle ilgili olarak ”Bu yıl, Asya’nın ünlü şehirlerinden biri olan Laodikeia bir depremle yıkıldı ve Roma İmparatorluğu’ndan yardım almadan kendi kaynaklarıyla yeniden inşa edildi” ifadesini kullanır.
Propylon (Giriş Kapısı)
Tripolis’te ise M.S. 60 civarında meydana gelen bu depremle ilgili veri, neredeyse yok denecek kadar azdır. Kentte kazı çalışması yapılan alanlarda bu depremin izlerini gösterecek buluntu ya da kalıntılara henüz ulaşamamış olabiliriz. Ancak M.S. 60-70 yılları arasına tarihlenen bir tapınağa ait altar bloğunun üzerindeki bezeme ve yazıtlar Tripolis’i etkileyen deprem sonrası yeniden yapılanmanın bir izi olarak yorumlanabilir. Tripolis’in konumlandırdığı bölgedeki hemen her kentte etkisi görülen bu depremden sonra, şehrin yeni mimari projelerle tekrar ayağa kaldırılması için gereken maddi kaynak imparator vasıtasıyla mı aktarıldı, yoksa tıpkı komşu kent Laodikya’da olduğu gibi şehir öz kaynakları ya da kentli hayırseverlerin yardımlarıyla mı bu badireyi atlattı? Henüz bu konuda net cevaplara sahip değiliz.
1750 yıl sonra ortaya çıkan lokanta
Oracula Sibyllina olarak bilinen ve çeşitli bölge ve şehirlerle ilgili kehanetleri içeren antik metinlerden oluşan koleksiyonun V. kitabında, Tripolis’in ismi bir depremle ilk kez yan yana anılır. Roma İmparatoru Antonius Pius Dönemi depremiyle ilgili olması gereken bu metindeki bilgilere göre; ”Kayalara tutunan Menderes kıyısındaki Tripolis, yer altından yayılan dalgalarla, tanrının gazabı ve öngörüsüyle tamamen yerle bir edilecektir”. Söz konusu metinleri spekülatif olarak değerlendiren araştırmacıların varlığını da göz ardı etmeden, Tripolis’te M.S. 2. yüzyılda tüm mimari yapılarda görülen yeniden yapılanma süreci bu büyük depremle ilişkilendirilebilir.
Tripolis’in ana arterlerinden birisi olan Sütunlu Cadde ve bitişiğindeki dükkanlar da M.S. 3. yüzyılda meydana gelen bir depremin tespit edilmesine olanak sağladı. Benzer durum Laodikya’da da karşımıza çıkar. Bu deprem tüm Çürüksu Vadisi’ni etkiledi mi bunu tam olarak bilemiyoruz. Ancak, Tripolis’te söz konusu depremin ardından bazı mekanların yaklaşık 1750 yıl boyunca arkeologlar tarafından gerçekleştirilen çalışmalara kadar toprak altında kaldığını söyleyebiliriz. Depremin etkilerinin görüldüğü mekânda bulunan küçükbaş ve büyükbaş hayvanların yanı sıra domuz, balık, tavuk ve tavşan kemikleriyle dolu kaseler mekânın olasılıkla lokanta olarak kullanıldığına işaret eder. Buluntular, sarsıntının meydana geldiği anda müşteri ve dükkân sahiplerinin aceleyle bu alanı terk ettiklerini göstermektedir.
Sözü edilen depremlerin varlığı şüphe götürmez ama depremlerin kentte meydana getirdiği yapısal hasarlar dışında kaç kişi yaşamını kaybetti ya da yaralı sayısı kaçtı, evsiz kalanlar oldu mu gibi sorular karşısında belki de hiçbir zaman bilgi sahibi olamayacağız. Ancak söz konusu sorulara az da olsa yanıt bulabildiğimiz bir başka deprem M.S. 4. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşti.
Kutsal Alan Sütunları
Depremler yerleşimin tarihini şekillendirdi
Bu kez depremin etkisiyle ilgili en net verileri tespit edebildiğimiz alan, kentin bir diğer ana eteri olan ana cadde. Mevcut arkeolojik veriler doğrultusunda Erken Roma İmparatorluk Dönemi’nden beri varlığını bildiğimiz cadde, tam da kentin kalbi diyebileceğimiz merkezi bir noktada; sosyal ve ekonomik canlılığın gerçekleştiği kent merkezinde yer alıyor. Etrafındaki agora, anıtsal çeşme, kutsal alan ve latrina (umumi tuvalet) gibi yapıların yanından geçerek yürüyen insanların, at arabalarının tıkırtılarıyla dolduğu bir cadde. İmparator Augustus Dönemi’nden itibaren Tripolisli hayırseverlerin, eyalet ve bölge valilerinin heykelleriyle hareketlendirilen ana caddede bulunan yirminin üzerindeki heykel, M.S. 4. yüzyılda kenti etkileyen depremle ilgili oldukça önemli verilere de ulaşmamızı sağladı. Yıkıcı depremin ardından caddeye dikilen heykellerin büyük bir kısmı, çoğunluğu kamu görevlisi olduğu için bazı imparatorların yıllıklarında da adı geçen kişilere ait. Dolayısıyla heykellerle onurlandırılan kişilerin görev yaptığı yıllar, söz konusu depremin tarihlenmesinde önemli bir rol oynamakta.
Latrina (Umumi Tuvalet)
Aynı depremin etkisinin görüldüğü bir başka yapı ana caddenin bitişiğinde yer alan ”Kemerli Yapı” olarak isimlendirdiğimiz bir binadır. Kazı çalışmaları esnasında binanın yıkıntıları arasında 7-8 yaşlarında bir çocuk, yetişkin bir kadın ve 15-19 yaşlarında genç bireyler olmak üzere yedi kişinin yaşamını kaybettiği tespit edildi. Yine aynı depremden etkilenen ve kentin konut alanı içerisinde yer alan bir evde gerçekleştirilen kazılarda yıkıntıların altında dört bireyin yaşamını kaybettiği anlaşıldı. Tripolis’te M.S. 350-400 yılları arasında gerçekleşen bu dramatik olayda arkeolojik kazılar sayesinde öğrendiğimiz kadarıyla bilinen kayıp sayısı en az on bir. Tripolis’i sosyal, siyasi, ekonomik ve yerleşim planı olarak oldukça etkileyen bu deprem sonrasında yerel unsurların yanı sıra İmparatorluk memurlarının da devreye girerek hızlı bir toparlanma süreci yaşandığını, antik kentte bulunan Kallistos ve Arrianus’a ait iki heykel ile bunların yazıtlı kaidelerinden anlayabiliyoruz. İki yöneticinin ”tüm şehri restore ettirdiklerini”, dolayısıyla söz konusu tarihlerde meydana gelen depremin büyük bir yıkıcı etkiye sahip olduğunu söylememiz mümkün.
Kemerli Yapı
Denizli ve Büyük Menderes grabenlerinin etki alanı içerisinde kalan Tripolis ve civarı tarih boyunca birçok depremle yıkılıp tekrar ayağa kaldırıldı. Geçtiğimiz sekiz yılda gerçekleşen araştırmalarla hem arkeolojik kanıtlar hem de yazınsal kaynaklar vasıtasıyla Antik Çağ’da meydana gelen depremlerin yerleşim tarihini şekillendirdiğine dair önemli kanıtlara ulaşıldı. Tripolis tarihinde birçok kez meydana gelen yıkıcı depremler, burada yaşayan toplumun bu durumdan kimi zaman imparatorluk yönetiminin desteğiyle, ama çoğu zaman da kendi öz kaynakları ve organize toplum yapısıyla hızla kurtularak yaşamlarına devam ettiklerini gösteriyor.