Yazılar

Tripolis ve Büyük Menderes Nehri

Batı Anadolu’nun jeomorfolojisinin oluşumunda önemli rol oynayan Büyük Menderes Nehri, binyıllar boyunca bulunduğu coğrafya üzerinde kurulan yaşamı doğrudan etkileyen bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Tripolis özelinde Büyük Menderes Nehri’nin önemi ve on yıl boyunca süregelen arkeolojik kazılar sonucunda kentin ticaretinin Büyük Menderes Nehri’nin üstlendiği rol ile nasıl şekillenmiş olabileceği hakkındaki bilgi ve görüşlerimiz her geçen gün artmaktadır. Bu çalışmada kentin Büyük Menderes Nehri ile olan bağlantısı, nehir ve nehrin oluşturduğu vadi üzerindeki hâkimiyeti hakkında görüş ve bilgilerimiz aktarılmaya çalışılmıştır. Lydia Bölgesi sınırları içinde yer alan Tripolis’in, Geç Hellenistik ve Erken Roma İmparatorluk Dönemleri’nden itibaren yoğun şekilde ticari faaliyetlerde bulunduğu yapılan arkeolojik kazılar neticesinde ortaya konmuştur. Hem yazılı kaynaklar hem de arkeolojik veriler sayesinde Tripolis’inbölgeler arası ticarette önemli derecede pay sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Kentin Menderes Vadisi’nin verimli topraklarına yakın bir tepede kurulmuş olması, Menderes Nehri’nin suladığı verimli tarım arazilerine hâkim olmasına olanak sağlamıştır. Jeopolitik konumunun sağladığı kolaylıkları oldukça verimli bir şekilde kullandığı anlaşılan kentin Büyük Menderes’in sunduğu tüm imkânlardan da faydalandığını göstermektedir.

Tripolis’in Konumu 

Büyük Menderes Nehri kenarındaki Tripolis Antik Kenti; Denizli İli, Buldan İlçesi, Yenicekent Mahallesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Yaklaşık 300 hektarlık bir alana yayılan antik kent, Lykos (Çürüksu) Vadisi’nin kuzeybatı ucunda, vadiye hâkim Messogis- Aydın Dağları’nın uzantısı olan Kale Tepe’nin güney yamacında yer almaktadır.

Tripolis’in konumu

Kentin bitişiğinde yer alan Hamambükü ve Yenice höyükte yapılan yüzey araştırmalarında elde edilen arkeolojik materyal, Tripolis’in konumlandığı bölgedeki yerleşim izlerinin Geç Neolitik- Erken Kalkolitik Dönem’den itibaren Büyük Menderes Nehri’ne bağımlı bir coğrafya içerisinde filizlenmeye başladığını göstermektedir. Her iki höyükten elde edilen prehistorik buluntuların, Kıyı Ege’den ziyade Beycesultan ve Pekmeztepe buluntularıyla benzerlik gösterdiği tespit edilmiştir. Tripolis territoriumunda yukarıda bahsi geçen iki höyüğün buluntularının ardından Av Tepesi Mevkii’nde yer alan ve muhtemelen bir mezar buluntusu olan MÖ 1. binin ortalarına ait Lydia geleneğinde bezenmiş kaplar günümüze kadar tespit 

edilen en erken buluntular arasında bir diğer grubu oluşturmaktadır. Apollonia ismi ile Helenistik Dönem’de çeşitli kaynaklarda ismi geçmeye 156 başlayan kent, bir süre Geç Cumhuriyet Dönemi’nde Doğu eyaletlerinin yönetimini alan Triumvir Marcus Antonius nedeniyle “Antoniopolis” olarak adlandırılmıştır. İmparator Augustus Dönemi’nden itibaren ise kentin isminin son kez “Tripolis” olarak değiştirildiği bilinmektedir. Tripolis’in konumlandığı noktanın önemi ana yolların geçiş güzergâhında yer almasıyla açıklanabilir. Pergamon ve Smyrna’dan gelen iki ana yol Sardeis’te birleşerek Philadelphia üzerinden Tripolis’e ulaşır ve buradan Hierapolis- Laodikeia istikametinde ilerleyerek Anadolu içlerine devam eder.

Doğal Kaynaklar 

Stadium, tiyatro, hamam, agora, bouleuterion vb. kamusal yapıların büyüklüğü ve mimarisine gösterilen önem kentin MS 1. yüzyıldan itibaren refah seviyesinin üst düzeyde olduğunu göstermektedir. Kentte uzun yıllar kullanımda olan Erken İmparatorluk Dönemi orijinli birçok yapıda değişiklikler yapılarak kullanımlarına çağlar boyunca devam edilmiştir. Bu yapıların başında Hierapolis Caddesi gelmektedir. Doğu-batı yönlü Sütunlu Cadde’yi, kuzey-güney yönünde dik kesen Cadde’nin geçtiğimiz on yıllık süreçte 135 m.’lik bölümü, etrafındaki yapılarla birlikte ortaya çıkarılmış vekent tarihine ait en önemli veriler buradan elde edilmiştir. Büyük ölçüde Menderes Nehri’nin sağladığı zenginlikle Geç Antik Çağ’da dahi bölgenin önemli heykeltıraşlık merkezlerinden birisinin de Tripolis olduğunu 

bu cadde üzerinde mermer, traverten ve onyx payeler üzerinde yükselen iki 

düzine kadar heykelin in- situ bulunmasıyla açıklayabiliriz.

Tripolis Kent Planı

Ana Cadde kenarında orijinal kaideleri üzerinde Geç Antik Çağ heykelleri

MS 4-5. yüzyıla tarihlenen yerel yöneticiler, eyalet valileri ve önde gelen Tripolis vatandaşlarının betimlendiği bu heykeller, yazıtlı kaidelerinde yer alan bilgiler doğrultusunda meslek grupları, isimler ve görev yaptıkları dönemlerle ilgili önemli prosopografik bilgilere ulaşılmasını sağlamıştır. Özellikle Geç Roma İmparatorluk Dönemi’nde Ephesus, Aphrodisias, Laodikeia gibi eyalet merkezlerinde de karşılaşılan benzer heykellerin Tripolis’te de ortaya çıkmasının en önemli nedenlerinden birisi Lydia 

Eyaleti’nin başkenti Sardeis ile Phrygia I Eyaleti’nin başkenti Laodikeia’yı birbirine bağlayan ana yolun üzerinde, üst düzey imparatorluk görevlilerinin geçiş güzergâhında ve Maiandros’un hemen kıyısında yer alan Tripolis’in özel konumuyla açıklanabilir. Büyük Menderes’in yaşam verdiği Tripolis’in yerel taş ocaklarından elde edilen çok renkli bantlı traverten olan taş, heykellerin yapımında kullanıldığı gibi, kentte hemen her mimari yapıda dikkati çeken görsel bir zenginliğe sahiptir. Kentin doğu bitişiğindeki Büyük Menderes nehrinin karşı kıyısında yer alan Hamam Bükü ile Kısıkkaya mevkileri arasında yer alan taş ocakları ile yine Tripolis topraklarındaki Gölemezli taş ocaklarından elde edilen bantlı traverten cinsi bu taş, Tripolis’in ticari zenginliğini çeşitlendiren ana unsurlardan birisidir. Menderes’in yanı başındaki ocaklardan alınarak Tripolis’te kullanılan taşların petrografik ve 

kimyasal analizleri yapılmış ve ocakların MS 2- 4. yüzyıl arasında yoğun bir şekilde kullanıldığı tespit edilmiştir. Anadolu’nun batısında sadece birkaç ocaktan elde edilebilen bantlı traverten, Tripolislilerin sadece kendi şehirlerinin yapılarında kullanılmakla kalmamış, aynı zamanda ticareti de yapılmış olmalıdır ki buna dair veri ve bilgilerimiz her geçen gün artmaktadır. Bir başka taş ocağı 2019 yılında Tripolis’in 2 km. kadar kuzeydoğusunda Maden Ocağı Sırtı Mevkii’nde Büyük Menderes’in yatağına oldukça yakın bir alanda tespit edilmiştir. Kabaca işlenmiş bantlı traverten cinsi taşın bir yüzünde Latince yazıt yer almaktadır. Yazıta göre taş: MS 182 yılında İmparator Commodus Dönemi’nde Mamertinus ve Rufus’un konsüllükleri sırasında çıkartılmıştır. 

Yazıtın en başında yer alan harfler göz önüne alındığında büyük olasılıkla Maeandros taş ocağının bir ürünü olan geison bloğu Büyük Menderes vasıtasıyla civar kentlerden birine gönderiliyor olmalıydı. Kazı çalışmalarında tespit edilen genç yaşta ölen “taş kesici” Eutyches’e ait bir mezar stelinin üzerindeki Grekçe yazıttan elde edilen bilgiler doğrultusunda Tripolis’teki ocak işletmeciliğinin en azından MS 4- 5. yüzyılın ortalarına kadar bir organizasyon içerisinde devam ettiği söylenebilir.

Tripolis civarındaki taş ocakları

Maiandros ocağından elde edilen traverten şüphesiz antik kentte kullanılan tek taş türünden ibaret değildi. Tripolislilerin özellikle kamu yapılarında kullandığı taşlar mermer ve türevlerinden de oluşuyordu. Bu konuda bilgi topladığımız mimari yapı Anıtsal Çeşme olarak karşımıza çıkmaktadır. Her katının, kentte tapınım gören dönemin tanrı ve tanrıçalarının 

betimlendiği heykeltıraşlık eserleriyle zenginleştirilen bu yapı 15 m. yükseklikte Ion, Korinth ve Kompozit düzende imar edilen üç katlı bir cepheye sahip oldukça ihtişamlı bir görünümde olmasının yanı sıra Tripolis’in gücünü sembolize eden prestijli yapılardan belki de en önemlisidir. Başta Tripolis’in yerel taşı çok renkli bantlı travertenin yanı sıra, bölgesel alışverişin bir göstergesi olarak niteleyebileceğimiz Afyon İscehisar’daki Docimeion (Marmor Phrygium)  ve Denizli taş ocaklarından getirilen mermerlerin, bölgelerarası ticaretin göstergesi olan Kestanbol (Marmor Troadense) ve Marmara Adası (Marmor Proconnesium) mermerleri sayılabilir. Bu kadar önemli bir projede masraftan kaçınmayan Tripolisliler Anadolu dışından getirdikleri Yunanistan’ın Teselya Bölgesi’ndeki Larisa’dan (Marmor Thessalicum) ve her biri 2.5 ton ağırlığında, sekiz adet Aswan Granitini (Lapis Syenitis) Mısır’dan getirme kudretine sahip olmuşlardır.

Anıtsal Çeşme

Tarımsal Ürünler ve Hayvancılık 

Kentin siyasi yaşamda varlığını etkin bir biçimde göstermesi ve bunu sürdürebilmesi, konumlandığı coğrafyanın avantajlarından yararlanarak sürekli bir gelir ile açıklanabilir. Bantlı traverten cinsi taş şüphesiz Tripolis’in belki de en önemli gelir kaynaklarındandı. En az bir o kadar değerli bir başka unsur da tarımsal getiriler olmalıydı. Tripolis ve O’na bağlı 

topraklarda başta tahıl türevleri olmak üzere nar, kayısı, bal kabağı, şeftali, ceviz, çam fıstığı, fiğ, hurma, üzüm ve zeytine ait çeşitli çekirdek ve kabuklar kazı çalışmalarının sürdürüldüğü birçok alanda ele geçen buluntular arasındadır. Büyük Menderes’in suladığı verimli topraklarda Tripolisliler toprağın hakkını vermek için çok çalışmış olacaklar ki 2020 yılında Latrina’da bulunan ve MS 4- 6. yüzyıllara ait olması gereken bir yüzük kaşından anlaşılacağı üzere siyatik veya bel ağrısından şikayetçi bir çiftçi ağrılarından kurtulmak için elindeki orakla hasat yapan bir figürün betimlendiği yüzük kaşını kullanmıştır.

Yüzük kaşı üzerinde ekin biçen bir orakçı

Zeytin üretimine dair en önemli verilerin başında yüzyıllarca kentin siyasi ve sosyal yaşamının merkezi olan Agora’da tespit edilen, bir taş pres yatağı gelmektedir. Daha önceki evresinde Nymphaeum havuzcuğu olarak kullanılan taş tekne ikinci kullanım evresinde zeytin yağı çıkartmak için bir pres yatağına dönüştürülmüştür. Tripolis yakınındaki Yayla Gölü’nde yapılan polen analizleri sonucunda özellikle Roma Dönemi’nde Tripolis civarında yüksek oranda zeytin ağacının varlığı tespit edilmiştir. Arkeolojik kazılarda tespit edilen zeytin üretimine dair verilerin yanı sıra polen analizleri zeytinin Tripolis ekonomisinde özellikle Roma İmparatorluk Dönemi’nde önemli bir yere sahip olduğunu kanıtlamıştır. Bunun yanı sıra kentin ana arterlerinden bir diğeri olan Sütunlu Cadde üzerindeki 

tabernaların duvarlarını süsleyen kayısı, nar, bal kabağı gibi çeşitli meyve ve sebzeler Tripolis’teki tarımsal faaliyetlerden bir kesit sunar. Özellikle 2015 yılında Agora’nın güney bitişiğinde yer alan mekânlardan birinde ele geçen ön yüzlerinde tanrı, tanrıça, imparator ve şehir meclislerinin personifikasyonlarının yer aldığı 200 civarında pişmiş toprak mühür baskısı Tripolis’teki ticari faaliyetlerin ulaştığı boyutu göstermesi açısından tüm 

Anadolu için nadir buluntu gruplarından birisini oluşturmaktadır. Nitekim komşu kent Laodikeia’da 2006 yılında Tapınak A kazı çalışmalarında tespit edilen mühür baskısı Tripolis’ten Laodikeia’ya yapılan ticaretin önemli göstergelerinden sadece bir tanesidir. 

Tripolis topraklarında hayvancılıkta önemli gelir kaynaklarından biri olmalıdır ki 10 yıldır gerçekleştirilen kazı çalışmalarında tüm antropolojik malzeme değerlendirilmiş, en çok koyun ve keçi kemikleri tespit edilmiştir. Hemen hemen aynı yoğunluktaki ikinci grubu inek ve sığır oluşturmaktadır. Bunların haricinde tüketime yönelik olarak yavru ve yetişkin domuz, tavuk, tavşan, geyik ve kuş kemikleri buluntular arasında yer alırken genel faunayı 

göstermesi açısından kedi, köpek, tilki, kaplumbağa, yengeç, akbaba ve at 

tespit edilen buluntular arasında yer alır. Ağ ve olta balıkçılığına dair buluntular da kazı çalışmalarında tespit edilmiştir. Dikkat çekici olanlardan bir tanesi 2021 yılı kazı çalışmalarında Taberna 4 olarak isimlendirdiğimiz dükkânın zemin seviyesinde bir ocak içerisinde gerçekleştirilen mikro arkeolojik kazı çalışmalarında küllü katmanda bulunmuştur. Yayıngillerden kemikli balıklar üst sınıfına giren kedi balığına ait kalıntılar 

dükkânın işlevine yönelik bilgiler edinmemizi sağlamıştır. Anıtsal çeşmenin bazı friz bloklarında yer alan balıklar ise Roma Dönemi’nde coşkulu nehir Menderes’in önemli ürünlerinden bir tanesi olan kefaldir. Tabernalarda bulunan denizel ürünler de Tripolis’te tüketilen ve farklı amaçlarla kullanılan ürünlerin çeşitliliğini göstermesi açısından önemli 

tespitlerimizden bir diğeri olmuştur. Bunlar arasında Ostrea edulis, Murex brandaris, Hexaplex trunculus, Glycymerissp., Pecten sp., Chamela gallina türleri başlıca buluntular arasındadır. Antik dönemde hayvanlar geri dönüşümün en önemli unsurlarından biri 

olsa gerek ki 3500 civarındaki hayvan kemiğinden yapılmış saç tokası, iğne, ağırşak, düğme, zar ve oyun taşı gibi küçük buluntular Tripolis’te gerçekleştirilen kazı çalışmalarında tespit edilen önemli bir buluntu grubunu oluşturmaktadır. Kemik kolayca elde edebilme ve işlenebilir özelliği ile çeşitli araç- gereçlerin yapımında hammadde olarak sıkça kullanılmıştır. Buluntular arasında yer alan kaba, yarı ve tam işlenmiş kemik objelerin 

sayısı günümüze kadar Anadolu’da gerçekleştirilen kazı çalışmalarında ele geçirilen kemik buluntular arasında sayı bakımından oldukça önemli miktardadır. Koyun- keçi ve bunların yünlerinden elde edilen dokuma ürünlerine dair çeşitli buluntular Tripolis’te gerçekleştirilen arkeolojik kazılar sayesinde günden güne yeni bilgilere ve bulgulara ulaşmamızı sağlamaktadır. Strabon27 bu bölge ve civarında kuzguni siyah renkli, yünü çok yumuşak bir cins koyun yetiştirildiğinden bahsederken, Vitruvius koyunların yünlerinin yumuşak oluşunu bölgenin çürük kokulu suyuyla ilişkilendirmiştir. Tripolis, Laodikeia, Kolossai ve Hierapolis’in tekstil ve türevlerinden elde ettiği gelir bu kentlerin metropol niteliğinde olmasına ve binyıllar boyunca yerleşime sahne olmalarına olanak sağlamıştır.

Tabernae buluntusu deniz kabukluları

Maiandros ve Tripolis

Büyük Menderes sadece Tripolis için değil bunun haricinde bölgede yer alan diğer kentlerin yaşamsal faaliyetlerinin devam etmesi adına büyük bir rol oynamıştır. Maiandros’un suladığı verimli topraklarda gelişen kentler de bir minnet ifadesi olarak Nehir’in doğduğu topraklardan, Ege Denizi’ne kavuştuğu yere kadar olan tüm coğrafyada ağırlıklı olarak Roma Dönemi şehir sikkelerinde bir figür olarak O’na yer vermişlerdir Bunların arasında Maiandros figürünün sikkelerde kullanılma oranı göz önüne alındığında sayıca Tripolis dikkat çekicidir. Bunun en önemli sebebi Afyon Dinar hattındaki yüksek kesimlerden gelen Maiandros’un düzlüğe kavuştuğu ve Ege Denizi’ne kadar düz bir alanda ilerlediği nokta Tripolis’in olmasıdır. Bu noktadan itibaren Maiandros, Denizli Sarayköy ilçesi Tosunlar Mahallesi’nin güneyinde Çürüksu yani Lykos’un sularıyla birleşip, beslenerek önemli ve daha güçlü bir nehir haline gelir.

Roma İmparatorluk Dönemi’nde Maiandros betimlemeli şehir sikkeleri

Erken İmparatorluk Dönemi Tripolis şehir sikkelerinde bir motif olarak sikkelerin ön yüzünde yer alan Maiandros MS 2 ve 3. yüzyıl sikkelerinde personifikasyona uğramış bir nehir tanrısı olarak sikkelerin arka yüzünde ana figürü oluşturmuştur. 2019 kazı çalışmalarında Anıtsal Çeşme’de tespit edilen beyaz mermerden yapılmış bir altarın üç farklı yüzünde yer alan yazıtlardan (Μαίανδρος/Maiandros,Μαρσύας/Marsyas,Τεβερις/Tiber) anlaşılacağı gibi Maiandros tüm dönemlerde Tripolisliler için vazgeçilmez bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Altar üzerindeki yazıt Tiber’in hâkim unsurlarıyla yani Roma İmparatorluğu ile Tripolis vatandaşlarının Marsyas (Çine- Dinar suyu) ve Maiandros üzerinden yakın ilişki içerisinde olduğunu göstermektedir. Kent nehirle o kadar özdeşleşmiştir ki sikkelerin üzerindeki betimlemelerden de öte Nehir kente ismini de vermiştir. Tüm Akdeniz coğrafyasındaki aynı isimli sekiz Tripolis’ten Maeandrum ekiyle ayrılır. “Tripolis ad Maeandrum” Menderes yakınındaki, civarındaki Tripolis 

demektir. 615 km. uzunluğundaki nehrin %3’lük kısmı Tripolis 

topraklarından geçmektedir. 

Büyük Menderes’in suladığı verimli topraklarda yapılan tarım, hayvancılık, dokuma, onyx, traverten ve mermer ticareti sonrası elde edilen gelir sadece Tripolis vatandaşları için değil çevre kentlerde yaşayanlar için de bir ihracat unsuru olarak kullanılmış olmalıdır. Nitekim, Tripolis’in ürün yelpazesinin batıda Mytilene’den doğuda Pisidia Antiokheia’sına, kuzeyde Kyzikos’tan güneyde Kibyra’ya kadar oldukça geniş bir coğrafyada alıcı kitlesine sahip 

olduğu Tripolis kazılarında bulunan diğer kentlerin sikkeleriyle bir nebze de olsa bu ticaretin boyutu ve sınırlarıyla ilgili fikir sahibi olmamızı sağlamıştır. Büyük Menderes’te Taşımacılık Karayolunun haricinde şüphesiz Maiandros üzerinden su yolu vasıtasıyla da bu değerli ürünlerin dağıtımı daha ekonomik olarak yapılmış olmalıydı. Her ne kadar günümüzden yaklaşık iki bin yıl öncesinde Büyük Menderes Nehri’nin yatak debisi ve izlediği güzergâhla ilgili net bilgilere sahip olmasak da nehrin daha sakin ve düz bir topografyada yoluna devam ettiği sınırlar Tripolis territoriumu içerisinde kalmaktadır. Dolayısıyla en azından Büyük 

Menderes Nehri’nin düz aktığı alanlarda taşımacılık faaliyetinin etkin olarak kullanıldığı mümkün görünmektedir. Bu konuyla ilgili bilgi veren antik çağ yazarları ve seyyahların notlarına kısaca göz atmakta fayda var. 

Ksenophon, Anabasis’te Büyük Menderes’i tanımlarken;

 “Bu nehrin genişliği iki plethrondu. Üzerinde birbirine bağlanmış yedi gemiden oluşan bir köprü vardı” 

ifadelerini kullanır. Strabon, Maiandros’un sularında çok miktarda 

çamur taşıdığı için yalnızca teknelerle sefer yapılabildiğinden bahseder.

Bununla ilintili olarak Maiandros’un kıvrımlı yapısının neden olduğu toprak aşındırması nedeniyle kayba uğrayan toprak sahiplerinin Nehir Tanrısına tazminat davası açarak, para cezasının nehir üzerinde faaliyet gösteren teknelerin geçiş ücretlerinden karşılandığından da bahsediyor. Livius’un anlatımına göre MÖ 189 yılında Galatlar’a karşı bir sefer düzenleyen Manlius Vulso, ordusuyla Ephesus’tan Tabae’ye ilerleyişi sırasında Maiandros 

kıyısına geldiğinde nehir engel oluşturur ve ordunun karşı kıyıya sevkiyatını sağlamak amacıyla tekne toplamak üzere Antiokheia’da kamp kurar. Pausanias, Thucydides’in de bahsettiği Melesander komutasındaki Atinalılar’ın Karia ve Lykia seferi sırasında (MÖ 430) bir donanma ile Menderes boyunca yukarı Karia’ya bir seferinden söz etmektedir. 

Seyyahlar da sık sık metinlerinde Büyük Menderes’e yer vermektedir ancak taşımacılık faaliyetiyle ilgili bilgi verenlerin sayısı sınırlıdır. Bunların arasında en erken tarihli olanı Marakeşli olarak kodlanan Arap bir yazarın el yazması kitabında verdiği bilgiler oldukça önemlidir. 13. yüzyılın sonlarına tarihlenen kitap Germiyan Prensliği başlığı altında Büyük Menderes Nehriyle ilgili bilgiler vermektedir. Suları azaldığında Nil’e benzer büyüklüktedir, 

ancak dalgalandığında başı ve sonu olmayan uçsuz bucaksız bir deniz görünümü verir. 

Rotasının ortalarında, birçok balığın yakalandığı büyük ve yüksek verimli bir göl oluşturur diyerek, Menderes’in oldukça büyük bir nehir olduğunu vurgulamaktadır. Hamilton 15 Ekim 1836’da tuhaf görünümlü, üçgen biçimli bir tekne ile 100 ayak genişliğindeki Menderes’i 

geçtiğini belirtiyor. Rayet 1888’de, Milet ve Herakleia Latmos’ta bulduğu mermerleri Ege Denizi’ne indirmek için yine Büyük Menderes’i kullanıyor. 1893’de Cuinet, Tavas civarındaki ormanlardan elde edilen tüm ürünlerin Büyük Menderes’e dökülen Akçay Nehri ile ekonomik bir şekilde Aydın’a taşındığından bahsediyor. 19. yüzyılda Menderes Nehri’nin taşımacılık için kullanılma fikrinin ortaya çıktığını Osmanlı Dönemi’ne ait belgelerde de görüyoruz.

Bahr-ı SefidAydın-Sarayköy güzergâhında Menderes Nehri üzerinde taşımacılık yapılması üzerine planlanan proje sözleşmesindeki ilk madde “20 santimetrelik su çeker gemiler ile vapur, yelkenli gemi, kayık ve yedek usulüyle yolcu ve emtia nakli” şeklindedir. Ancak nehir taşımacılığı ile ilgili projeler çeşitli nedenlerle sonuçlanamamıştır. Antik yazarlar, seyyahlar ve arşiv belgeleri Büyük Menderes’in her zaman taşıma unsuru olarak kullanılmak istendiğini ve kullanıldığını açıkça göstermektedir. 30 Aralık 1856 ile 20 Mayıs 1858 yıllarını içine alan ilk girişim Abdülmecid Dönemi’nde (1839-1861), Erkan-ı Harbiye Kaymakamı Mühendis Abdullah, Menderes Nehri’nin ulaşıma ve taşımacılığa uygun olması sebebiyle keşfi için görevlendirilmiştir. Menderes Nehri’nin taşımacılığa açılması ile ilgili olarak 

yaklaşık 13 yıl (6 Nisan 1889-12 Mayıs 1902) süren bu girişim, II. Abdülhamid Dönemi’nde (1876-1909) devam etmiştir. Ohannes Samancı Abdullah ve Mösyö Vantan Dirikoz’a Menderes Nehri’nde gemi işletilme imtiyazı verilmesinin ardından gelen 13 yıllık süreçte Osmanlı Hükümetinden gerekli izinler alındıktan sonra çalışmalara başlanmış ve birkaç defa proje süresinin uzatılması istemine izin verilmiş, en sonunda da Ohannes Samancı Abdullah’ın ölümüyle sonuçlanamadan yarıda kalmıştır. V. Mehmed Reşad Dönemi’ne (27 Nisan 1909-1918) ait 15 Ağustos 1909 tarihli son belgeye göre ise yeterli ödenek olmadığından proje ileri bir tarihe ertelenmiştir. 

Antik çağ yazarlarının, seyyahların ve arşiv belgelerinin yanı sıra Delos’ta Göl Evi45 olarak isimlendirilen konutun C odasında yer alan graffiti konuyla ilgili en önemli görsel kanıtlardan birisini oluşturmaktadır. Graffitideki betimlemeye göre 4 yelkenlinin basitçe çizilmiş bir köprünün yanında demirledikleri, kapalı olan yelkenlerinden anlaşılmaktadır. Sahnenin yanında yer alan Grekçe yazıt ise bu tasvire açıklık getirmektedir: “Burası 

incir ve su bakımından zengin Antiokheia diyarıdır; kurtarıcı Maeander, beni 

kurtar ve bana su ver”. Yazıttan anlaşıldığı kadarıyla Geç Cumhuriyet Dönemi’nde satırları duvara yazan ve nakliye teknelerini çizen kişinin, memleketine olan hasretini ifade etmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Söz konusu graffitide yer alan stilize köprü ile MS 2- 3. yüzyıllara tarihlenen Antiokheia şehir sikkelerindeki köprü betimlemesi bu çizimin sahibinin Menderes Antiokheia’sından bahsettiğini ve üzerinde taşımacılık faaliyetlerinin yapıldığını açıkça ifade eden en önemli görsel kanıtlardan birisini oluşturmaktadır. 

Sonuç 

Burada çeşitli örneklerle açıklanmaya çalışılan Büyük Menderes Nehri üzerindeki taşımacılık girişimlerinin- faaliyetlerinin Roma İmparatorluk Dönemi Tripolis’inde de faal şekilde kullanıldığı Tripolis’te ortaya çıkarılan buluntularla her geçen gün sağlam temellere oturmaya biraz daha yaklaşmaktadır. Bölgenin, Tripolis’e nazaran daha doğusunda kalan 

yerleşimlerindeki çeşitli ürünler kara yoluyla Tripolis’e, buradan da Büyük Menderes yoluyla kıyı kentlere ulaştırılmış olmalıdır. Yani kara ve su yolundan oluşan bir kombinasyon daha olası görünmektedir. Bu aşamada Tripolis’in rolü ürünlerin toplanıp aktarımın yapıldığı merkezi bir istasyon olarak kabul edilebilir. Büyük Menderes ya da Maiandros binyıllar boyu 

Tripolis ve civarındaki topraklara hayat vermiş, Tripolis’in terk edilmesinin ardından da yaklaşık 300 yıllık kısa bir süre içerisinde hızlı bir biçimde kenti ve topraklarını alüvyonları altında bırakmıştır. 2012 yılından beri kentte gerçekleştirilen arkeolojik kazı çalışmalarında kent merkezinde 4 ile 9 m. arasında değişen erozyon dolgusu kentin güneyinde ovan seviyesinde yaklaşık 30 m. ye ulaşmaktadır. Menderes’in alüvyonları altında kalan Tripolis’in Güney Nekropolü’nde bir kum ocağının faaliyetleri esnasında 2015 yılında tespit edilen eşsiz özelliklere sahip lahit erozyon toprağının boyutlarının anlaşılmasını sağlayan en güzel örneklerden bir tanesini oluşturmaktadır. 

Tripolis’in var oluş sebebi olarak gördüğümüz ve yüzyıllar boyunca önemini korumasına sebep olan Maiandros O’nun ortadan kalkmasıyla birlikte hala koruculuğuna devam etmektedir.